SELAHATTİN YALÇIN "ETEM ÇALIŞKAN HAKKINDA"

Etem ÇALIŞKAN ve Yazının Yaşı

SELAHATTİN YALÇIN ETEM ÇALIŞKAN HAKKINDA - Call of Calligraphy

Yazmalara Yazacağım Yazıları

Yazı sevdasının koruyla alev alev tutuşan bir Mecnun'dur Etem ÇALIŞKAN. 2005 yılında İstanbul'da açılan bir sergiye Toroslardan yörük ve Türkmen kadınlarının, kızlarının, gelinlerinin göz nurlarıyla işlenmiş iğne oyalı yazmalar getirtiyor ve üzerlerine Karacaoğlan şiirleri yazıyor. Serginin adını da o koyuyor: "Yazmaya Yazdım Yazıyı".

Kendi yaşını çivi yazısının yaşı olarak kabul ediyor ve bu yılki eserlerine attığı imzalarının yanına artık hep 6020 tarihini ekliyor. Kendisine bunun nedeni sorulduğunda ise "Çünkü yazı insanlarla birlikte geldi."diyor ve büyük bir heyecanla anlatmaya başlıyor:

"Yazıyı Sumerlerin icat ettikleri söylenir. Ancak yazı insanla birlikte zaten vardı. Kırk bin yıl önce mağara duvarlarını resimlerle süsleyen ilkel insan da bir bakıma konuşma dilini yazıya döküyordu. Çünkü yazı resimdir. İşaret dilinin çizgiyle anlatımıdır. Sumerlerin yaptıkları, kil tabletlere çivi yazısını kazımaktı. Daha sonra güzel yazının ilk örnekleri Mısır'da hiyerogliflerle ortaya çıktı.

Yazıyı ilk uygulayanlar ahrazlardır. Bugünkü nesil bu sözcüğü pek bilmez. Ahraz, Anadolu'nun sağır ve dilsiz anlamına gelen kadim bir sözcüğüdür. Onlar yazıyı konuşma dilini şekle sokan el ve parmak işaretleriyle kullanıyorlardı. Sonuç olarak yazı, el ve parmak işaretleriyle yapılan hareketlerdir ve bu hareketler en sonunda kağıda aktarılacak düzeye kadar gelişmiştir. Bugün televizyonlarda, önemli toplantılarda sık sık işitme engelliler için de el ve parmak işaretleriyle yazı yazılıyor.

Yazı en büyük sanattır. Hasret olur, hüzün olur, sevgi olur. Yunus'un, Mevlana'nın, Dadaloğlu'nun, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan'ın aşkı olur. Sevgiliye yol olur. Yazı tüm sanatların anasıdır. Bu sanatı hayvanlar bile kullanır. Bir kedinin bakışı, köpeğin kuyruk sallaması bile okumak isteyenlere birer yazıdır.

Kaligrafi ise harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatıdır. Güzel yazı sanatıdır, hüsnühattır. Harflere daha estetik giysiler giydirmektir. Yazı icat olmasaydı kaligrafi, hüsnühat ve insanlık olmazdı. Yazı olmasaydı, bugün burada bu sergi de açılmazdı.

Demek oluyor ki yazı Sumerlerden önce de vardı ama Sumerlerin kil tabletlere kazıdıkları yazı altı bin yaşındadır. Bu durumda yazının yaşı, insanın yaşıdır.

O halde ben bu yıl 6020 yaşındayım. Gelecek yıl 6021 yaşında olacağım ve yine yazmalara yazacağım yazıları."

..........

Onu Bir de Ben Anlatayım

Bu büyük yazı ve resim ustasını otuz beş yıllık yakın dostu, grafik sanatçısı, araştırmacı yazar Selahattin YALÇIN şöyle anlatıyor:

SELAHATTİN YALÇIN ETEM ÇALIŞKAN HAKKINDA - Call of Calligraphy

"Benim sanatla ilgim grafikten öteye geçemedi. Evimin üst katında edebiyat, alt katında müzik oturuyor. Daha onlarla çok yakın bir dostluk kuramadım ama yine de komşu sayılırız. Üçümüz birlikte geçinip gidiyoruz.

1985 yılıydı. Ankara'da bir reklam ajansım vardı. O sırada Ankara'ya gelen Etem ÇALIŞKAN, küçük bir grafik düzenlememi gördükten sonra benimle tanışmak istediğini söylemiş. Uçarak gittim yanına ve bir daha peşini bırakmadım. Bir ay içinde o artık benim Etem Abim oldu. Yazım kılavuzlarında bu "abi" sözcüğüne rastlanmaz ama bu sözcük konuşma dilimizin özü olmuş artık. Yazım kılavuzlarında "aga" sözcüğüne de rastlanmaz. Oysa Etem ÇALIŞKAN bir zamanlar da "Babıali'nin Etem Agası"ydı.

Işıklarımız barışık olmalıydı ki otuz beş yıldır o da beni bırakmadı. Birlikte çok çalıştık. Beş yıl süresince Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne birçok Atatürk afişi ve takvim hazırladık. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetmişinci yıl anma pulu, ikimizin ortak çalışması olarak altı yüz bin adet basıldı.

1987-1988 yıllarında o zamanın en seçkin otobüs kuruluşu olan Varan Turizm için aylık Peron Magazin dergisini çıkarttım ve ajansımın İstanbul şubesini de açtım. Etem ÇALIŞKAN derginin Genel Yayın Yönetmeni oldu.

Kültür, sanat, edebiyat, sinema, tiyatro, fotoğraf, turizm konularının titizlikle ele alındığı Peron Magazin dergisi 1988 yılında bir gecede kağıda yapılan yaklaşık yüzde dört yüzlük zam yüzünden yayın yaşamına son vermek zorunda kaldı. Fakat Etem ÇALIŞKAN'ın o dergiye katkıları hiç unutulmadı.

Bunları anlatıyor olmam, Etem ÇALIŞKAN gibi bir değerin alışılmış bir biyografi yerine bir de benim gözümle daha yakından tanıtılması içindir. Çünkü bu olabildiğince alçak gönüllü büyük insanı kendisine bile soracak olsanız size yalnızca şunları söyler:

"5 Ocak 1928 tarihinde, Çukurova'nın Kurtuluş Bayramı gününde Tarsus'un Gülek bucağına bağlı Göçük köyünde doğdum. Anam Cennet, babam Halil! Üçü erkek, ikisi kız beş kardeşin en büyüğüyüm. Köyümüzde ilkokulu bitirdikten sonra Mersin Lisesi'nden mezun oldum. İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde okudum. Çeşitli gazetelerde ressam, grafiker, servis şefi olarak çalıştım. İstanbul'dan Malatya'ya kadar birçok ilde sergiler açtım. Güngör ÇALIŞKAN ile evliyim. Raci, Adnan, Dilek adlarında üç çocuğun babasıyım. Özellikle doğum tarihime rastlattığım 5 Ocak 1982 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nden emekli oldum."

Hepsi bu kadar! Kendisi hakkında daha fazla bir şey anlatmaz. Çok üstüne varırsanız, o sevecen gülüşüyle "Canım!" der size, "Ben herkesin bilebildiği kadarım işte!"

Oysa onun da canı vardır. O da insandır. Bu yüzden onu daha iyi tanıtmak istiyorum. Sanat geçmişine ilişkin bilgilere her kanaldan ulaşılabiliyor. Oysa o, önce insan Etem ÇALIŞKAN'dır. Hepimiz gibi yer, içer, yatar, uyur, gezer. Aç mıdır, tok mudur kimse bilmez. Kırlarda, yaylalarda gezmeyi, toprağa çömelip dalından koparttığı incir, üzüm, kavun, karpuz yemeyi pek sever. "Ne param var, ne pulum. Ben de böyle bir kulum."der. Çektiklerinden haber duyulmaz.

Zaten parayla pulla fazla ilgilenmez ama onları en usta çizgilerle çizer. Darphane anı paralarını, PTT anı pullarını basar. Sonra geçer onların karşısına, "Hem param var, hem pulum. Yine böyle bir kulum."der. Önce insan, sonra gazetecidir. Yaşamı boyunca en büyük geliri, gazetecilik yaptığı süre boyunca aldığı aylık ücreti oldu.

Büyük bir hat sanatçısıdır. Hat sanatını Arapça yazılardan kurtarıp Türkçeye çevirdi. Yüzlerce eseri dışında Anıtkabir'in duvarlarını yazılarıyla süsledi. Kur'an'ı, Yunus Emre Divanı'nı ve Nutuk'u eliyle yazdı. Kur'an'ı yazıp bitirdiğinde hıçkıra hıçkıra ağladı. Nutuk'un birkaç sayfasının benim masamda yazılmış olması, yaşamım boyunca unutamayacağım bir onur olarak belleğimi süslemeyi sürdürecek.

Nutuk projesi uzun yıllar boyunca onun beynindeydi, yüreğindeydi. Kararını verdiğinde altmış dokuz yaşındaydı. Çekine çekine sordum: “Etem Abi, bu çalışma senin için çok zor olacak ve epey zamanını alacak. Biraz geç olmadı mı?”Verdiği yanıt karşısında gözlerimin dolduğunu şimdi bile çok iyi anımsıyorum: “Olsun." demişti,"Bitiremezsem bile yolunda ölürüm.”Bitirdi.

Atatürk'ü çizen değil, yaşayan ressamdır. Onun resimlerinde Atatürk'ün gözleri çakmak gibidir. Dudaklarındaki kıvrım bir başka, duruşu asil ve anlamlıdır. Bazı resimlerinde canlı renkler kullanırken bazılarında soluk renkleri yeğler. Çünkü Etem ÇALIŞKAN, Atatürk'ü çizerken içinde bulunduğumuz koşulları paletine taşır. Hiç kuşku duymuyorum, bugün yeni bir Atatürk resmi çizse karşımıza kararlı duruşuyla bize güç veren ve geleceğimize güvenle bakan bir Atatürk çıkmayacaktır. Artık hepimiz bize çok kızan ve biraz da küskün bir portreye bakmış oluruz.

Çünkü Etem ÇALIŞKAN aynı zamanda büyük bir düşünürdür. Resimlerinde ve hat çalışmalarında gizemli düşünce pırıltıları sezilir. Özellikle hat sanatına resimle birlikte grafiği de katar. Huzuru da, kaosu da, sevgiyi de yansıtır. Düşünür ve düşündürür.

Onun 1969 yılında çizdiği o çok ünlü kara kalem Atatürk resmi bugün tüm dünyada yüz milyonlarca kez kullanıldı. O resmi çizdiği Milliyet Gazetesi'nden aldığı aylık ücreti dışında bunlardan cebine tek kuruş girmedi. Çok uyardım kendisini, bu emeğini biraz paraya çevirmesini istedim. Kabul etmedi. "O Atatürk'tür. Satılmaz." dedi.

Yine de onun haberi olmadan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi'ne giderek sürekli kullandıkları bu resmi yapan Etem ÇALIŞKAN'ın İstanbul'da yaşadığını ve kendisine bir telif ücreti ödenmesi gerektiğini söyledim. Beni büyük bir anlayışla karşıladılar ve Etem Abi'yi Ankara'ya davet ederek telif hakkını ödediler. Bana biraz kızdı ama o resimden tek kazancı da bu oldu.

Etem Abi şimdi doksan üç yaşında. Çiziyor, yazıyor, geziyor. Sergi sergi Anadolu'yu dolaşıyor. Yolu tenhadan geçerse erik, incir dallarını okşuyor. Genç öğrencilerine ders veriyor. "Ethem" olarak anılmasından hoşlanmıyor ama Tarsus'taki büstüne adı yanlışlıkla "Ethem ÇALIŞKAN" yazılmış. Düzelttirecek. Neyse ki Tarsus Belediyesi tarafından 29 Ekim 2010 tarihinde açılan okuma salonunun adı doğru: "Etem ÇALIŞKAN Okuma Salonu".

Çok sevdiği yakın dostu Aşık Veysel ŞATIROĞLU'nu yitirdiği Mart ayının adını da değiştirmiş. Artık ona "kışbahar"diyor. Eğer Mart ayında yerdeki karlar kalkmamışsa o yıl onun adı "karbahar"oluyor.

Etem ÇALIŞKAN'ın tüm eserlerini bir araya toplamak için çok uzun çabalar, güneş için çok döngüler gerekir. Kendisi bile yazdıklarını, çizdiklerini, düşündüklerini toparlayıp bir araya getiremez.

Etem Abi benden on dokuz yaş büyük. Mustafa Kemal ATATÜRK adındaki harflerin sayısı kadar! İkimiz de Atatürk'ün büyük hayranlarıyız ama o biraz delisi olmuş.

Son yıllarda sık sık uğramasa da otuz beş yıldır Etem ÇALIŞKAN'ın Ankara'daki adresi benim adresim, evi benim evimdir. Bu yüzden onu size ben anlatmak istedim.

"Sevgi her şeyin başıdır. Sevmeden olmaz."diyen Etem ÇALIŞKAN'ı hep sevgiyle analım, sevgiyle kalalım! Yüreğimizdeki, beynimizdeki Atatürk sevgisi hiç eksilmesin!

 

Selahattin YALÇIN

YUKARI ÇIK